Hitler' in Psikolojik Portresi

Adolf Hitler'in Psikolojik Portresi, Şahsî ve Aile Hayatına Dair Bazı Kayıtlar
Yunis Ferman oğlu Helilov
1. Bölüm
Türkiye Türkçesi'ne Çeviren: Akhenaton
Yakın geçmişimizin en korkulu kâbusu, tarihin konularında en çok bahsedilen diktatörlerinden biri olan, II dünya savaşının baş mimarı ve kanlı Yahudi katliamlarının celladı Adolf Hitler hakkında çok sözler söylenildi, konularında geniş hacimli inceleme ve araştırmalar yapıldı, cilt cilt kitaplar yazıldı. Bugün de gizem dolu ve esrarengiz sırları ile tarihin karanlık sayfalarına kazınmış bu şahsiyetin portresi, insanların hâfızasında hâlâ da kalmakta devam ediyor: Delicesine bir çığlık, abartılı, duygusal ve kırık-kırık nutuk, acı jestler!
Yazımızda Adolf Hitler'in psikolojik portresine bakış atmakla birlikte, onun şahsî ve aile hayatının az tetkik olunan bazı “sırları”nı da okuyucularla paylaşmak isterdik.
Asıl soyadı Şiklkruber (Schicklgruber) olan Adolf Hitler, 1889'da Almanya'nın sınırlarına çok yakın bir yerde, daha da belirginleştirirsek, Avusturya'nın yukarı kısmında Braunau şehrinde gümrükhane memuru Alois Hitler'in ailesinde dünyaya gelmiştir.
Tipik aile tiranı olan Hitler'in babası Alois Hitler, (1837-1903) 39 yaşına kadar annesinin soyadını – Şiklkruber (Schicklgruber) taşıyordu. Çünkü o, evlilikdışı doğmuştu. Doğum kayıtlarından sorumlu olan bir rahibin, üvey babasının “Johann Georg Hiedler” olduğunu (bir başka rivayete göre ise bu şahıs, kardeşi Johann Nepomuk Hiedler farzedilir – Y.h.) açıklamasından sonra Alois“Hiedler” soyadından istifade etmeye başlamıştır. Hiedler, Huetler ve Huettler kimi mühtelif formalarda telaffuz edilen soyad, son olarak Hitler şekline düşmüştür (İlginçtir ki, bu makam ucbatından (?) Adolf Hitler, sonraları siyâsî düşmanları tarafından soyadının Hitler değil, Şiklkruber (Schicklgruber) olması suçlamalarıyla karşılaşmıştır – Y.h.). Alois Hitler'in 28 yaşındaki Klara Pölzl (1860-1907) adlı kadınla izdivacı, onun artık üçüncü evliliğiydi. Onun ikinci eşinden Alois Jr. Ve Angela adlı iki çocuğu olmuştur. Hitler'in annesi Klara Pölzl, yumuşak huylu, mülayim, akıllı ve çok dindar kadın olmuştur. Alois'le Klara'nın 7 çocuğundan 4'ü, (Gustav, İda ve s.) daha küçükken ölmüş, Adolf'tan sonra doğan Edmund ise 6 yaşına dek hayatta kalabilmişti. Hitler'in kızkardeşi Paula Hitler, 21 Ocak 1896'da doğmuştu. Hitler hariç, sağ kalan çocuklardan biri beyinsiz, diğeri ise tam budala biri idi. Bu çocukları toplum içerisine çıkarmazlardı. Çocukların böyle hasta olmaları, tesadüfi değildi. Şöyle ki, Hitler'in ebeveynlerinin evliliği, kan akrabalığına o kadar yakındı ki, onlar, evlenmek için gereken izni Roma papasından almaşlardı. Neyse... Konudan fazla uzaklaşmayalım....
Hitler'in doğum günü kimi kabul edilen “20 Nisan” tarihi, büyük ihtimale göre aslında onun doğduğu gün değil. Rivayetlere göre Hitler, ona karşı kurulabilecek tas, tılsım, büyü ve sihirleri baştan etkisizleştirmek için, kendi doğum gününü kasten yanlış tarih olarak göstermiştir. İlginçtir ki, Hitler'in annesinin yaşadığı bölge, medyum ve falcılarla meşhur bir yer olmuştur. Örneğin, tanınmış medyumlardan Schneider kardeşler de bu şehirde dünyaya gelmiştir. Buna ilaveten, Hitler'in yakın akraba ve tanıdıklarından da medyum olanlar vardır.
Adının anlamı kadim Alman dilinde “asilzade kurt” (Adolf = nobelity+ wolf) manası taşıyan Adolf, yakınları arasında “Adi” gibi de çağrılırdı (örneğin, Eva Braun, ona her zaman böyle seslenirdi). Adolf Hitler 1920'den önceki üçüncü hükümetin kapanmasına kadar yakın etrafı ile ilişkilerinde“Wolf” (Kurt) lâkâbını kullanmıştır. Hatta bu isimden Avrupada'ki bir dizi merkezlerinin adında bile istifade olunmuştur (örneğin, Doğu Prusya'da Wolfsschanze, Fransa'da Wolfsschlucht, Ukrayna'da Werewolf vs. gibi).
Mavi gözleri olan Adolf Hitler'in koyu kestane rengi saçları, sonraları yaşlandıkça süratle ağarmağa başlamıştı. Onun boyu 1.70 cm idi. Yazı yazarken birçok dilbilgisi ve diğer hatalara yol açmasına aldırmadan, olağanüstü bir hafızaya sahip idi.
Gençlik yıllarında zevksiz giyinmiş ve dış görünümüne bir o kadar da önem vermemiştir.
Hayatının sonraki aşamalarında dini değerlerden tam uzaklaşsa da; o, Benedikt Manastırı'nda okuduğu vakitlerde bir ruhban olmayı bile düşünmüştü.
Bir rivayete göre Hitler, 1. Dünya Savaşı yıllarında "epidemik ensefalit", yani beyin iltihabı hastalığına yakalanmıştı. Belirtelim ki, bu hastalık, beynin sırada çıkması ve kişiliğin antisosyal komplekslerinin artmasına yol açabilir. Sonraları Alman rehberine göre şizofreni, paranoya, isteri ve nevroz gibi sinir sistemi hastalıklarına da düçar olmuştur.
Hitler, bazen kendinden geçiyor ve ayıldıktan sonra başkalarının görmediği, ancak onun gözüne görünen dehşetli varlıklardan bahsediyordu. Bayılma anlarında ise Hitler'i sakinleştirmek kolay olmuyordu. I dünya savaşı yıllarında onunla konuşan kayıp bir sesten bahsediyordu. Hatta kendi anlattıklarına göre bir defasında asker arkadaşları ile yemek yediği zaman; bir ses, ona “Yerinden kalk ve ileriye doğru git!” demişti. O da sanki emir almış gibi yerinden kalkmış ve söylenene itaat ederek ileriye doğru tahminen 20 metreye yakın yürümüştü. Yemeğine devam etmek için yerine oturmasından bir kaç saniye sonra kulakları sağır eden gürültülü bir ses ve korkunç göz kamaştırıcı bir ışık, etrafa yayılmıştı. Şöyle ki, dostlarından birinin cebinde patlamış el bombası, Hitler'den başka bütün askerlerin ölümüne sebep olmuştu.
Hitler, bu esrarengiz sesin hayatı boyunca ona yol gösterdiğine inanırdı. Nitekim o, dünyaya, dolayısıyla da Almanya'ya Avrupa'yı yeniden kurmak için gizli güçler tarafından gönderildiğine inanırdı.
Yunis Halilov.
Adolf Hitler'in Psikolojik Portresi, Şahsî ve Aile Hayatına Dair Bazı Kayıtlar
Yunis Ferman oğlu Helilov
2. Bölüm
Türkiye Türkçesi'ne çeviren: Akhenaton
1. Dünya Savaşı yıllarında Fransa ve Belçika'da 16. Bavyera Redif Piyade Alayı Karargâhında haberci olarak aktif hizmet gösteren ve daima düşman ateşine mâruz kalan Hitler, yanındaki diğer askerlerin aksine, verilen yemeklerden ve çetin savaş şartlarından hiç bir vakit şikayet etmemiştir. Tam aksine o, sanat ve tarih hakkında sohbetler etmiş, ordu gazetesi için resimler çekmiştir. Askerlikteki hizmet ve başarılarına göre ilk defa 1914'ün Aralık ayında “İkinci sınıf Demir haç” (İron Cross, Second Class), ikincisinde ise 1918'nin ağustos Ayında asker için ender durumlarda verilen “Birinci sınıf Demir haç” (İron Cross, First Class) adlı madalyalar ile taltif edilmiştir.
Ordudaki rütbesi onbaşı olan Hitler'in rütbesi, “liderlik özelliklerinin yeterli olmaması” sebebiyle yükseltilmemiştir. Bazı kaynaklara göre ise rütbesinin yükseltilmeme sebebi, onun Alman vatandaşı olmamasından kaynaklanmıştır.
1916'nın Ekim ayında Fransa'nın kuzeyinde ayağından yaralanan Hitler, 1917'nin Mart ayında ön cephedeki vazifesine geri dönmüş, aynı yıl düşman ateşinden yaralanması sebebiyle göre gazi madalyası ile taltif edilmiştir.
15 Ekim 1918'de ise Hitler, zehirli gaz bombardımanından sonra kısa süreli bir körlük geçirmesi sebebiyle savaş meydanındaki askerî hastanede tedavi olmuştur. David Lewis ve Bernhard Horstmann gibi bazı psikologların görüşüne göre, bu geçici körlüğün asıl sebebi, Hitler'in geçirdiği bir isterik tutma krizi olmuştur.
Hitler, büyük halk kitlelerini inandıracak ve tesir altına alabilecek inanılmaz bir hitabe kabiliyetine sahipti. O, tanıştığı herkesi hipnoz edebilirdi. Kendi anlattıklarına göre onun bu hitabet kabiliyeti sayesinde, özellikle de çocukken bir çoklarını başına topluyor ve onları büyülüyordu. Hitler, bir vakitler İstanbul'a da gitmiş olan astrolog ve medyum Hanussen'den “etkili konuşma” dersleri almıştır. Bir rivayete göre ona büyük halk kitleleri karşısında nutuk vermeden önce, daha etkili konuşması için morfin vurulurdu.
Tarihten bilindiği gibi 1923'ün Kasım ayında Münhen'deki bir birahanede yaptığı bir toplantıda devlet darbesi etmek fikrini ortaya atan Hitler'in ertesi gün bu maksatla başlattığı yürüyüş, polis tarafından dağıtıldı ve diğer yürüyüşe katılanlarla birlikte Hitler de hapsedildi. Tarihe “Bira Ayaklanması” olarak geçen bu hadiseye göre 5 yıl müddetine özgürlükten mahrum edilme cezasına mahkum edilen Hitler, demir parmaklıklar arkasında toplam 9 ay kalmıştır. Landsberk hapishanesinde aktif siyasi faaliyetten mahrum olan Hitler, iki ciltlik “Mein Kampf” (Kavgam) adlı eserinin birinci cildini sadık dostu Rudolf Hesse'ye dikte ederek yazdırmıştır.
Araştırmalardan malum olur ki, Hitler'in hayatı hiç de“Mein Kampf”ta kendi tasvir ettiği gibi fakirlikle geçmemiştir. Annesinin ölümünden sonra eli bir biraz aşağı düşen Hitler, aile reisini yitirmiş biri gibi aylık yetim maaşı alıyordu. Cebinde ise ona göre parası olmuyordu ki, gününün belirli bir kısmını tatlıcı dükkanlarında geçiriyor ve paralarını tatlı mamullerine harcıyordu. Parasının diğer büyük bir kısmını ise operalara gitmeye ve kitaplar almağa sarf edermiş.
Egzantirik bir tipe sahip olan Hitler, karşılıklı sohbet etmeye değil, sadece kendinin dinlenilmesine ilgi gösterirdi. Hitler, tartışma ve fikir alışverişinden nefret ederdi. Özellikle de kendisine bir konu hakkında itiraz edildiğinde kendini kaybederdi. Nitekim Almanya'ya onun ziyaretine gelen Mussolini, Antonesku, Horti ve diğer devlet görevlileri, saatlerce Hitler'in monologlarını dinlemeye mecbur olurlardı. Hitler, sözlerinin yeteri kadar tesir etmediğini görünce, konuşma tonunu, sesinin temposunu değiştirir, santimental itiraflardan keskin ve radikal ifadelere, tehdit ve şantajlara geçerdi.
Hitler, sözlü konuşmasında en çok “ben” şahıs zamirine ağırlık verirdi. 1939'da Reyhstak'tak, bir konuşmasında o, 138 defa “Ben” sözünü kullanmıştı: “BEN, Almanya'da höküm süren kaosu bitirdim... Yalnız BEN bir kaç milyon işsize iş bulabildim... Alman halkını BEN birleştirdim...”.
Hitler, gözlük takmaktan utanırdı. O, gözlük kullanmanın Alman halkının liderine yakışmadığını düşünürdü. Buna göre de onun yazılarını özel iri fontlarla yazarlardı.
Hitler'i hiç kimse çıplak, hatta yarı çıplak bir vaziyette görmemişti. Hastalanma ihtimalinden ihtiyat etse de, doktorların karşısında soyunmamaktan ötürü muayene oluyordu. Terzilerin onun bedeninin ölçülerini almasına izin vermiyordu. Elbiselerini her zaman eski “numuneler” esasında diktiriyordu.
O, alkollü içkiler içmiyor, yanında sigara içilmesine izin vermiyordu. Hitler, havanın aydınlanmasına yakın evine giderdi. O, hizmetçinin yardımı olmadan giyinirdi. Hitler, yataktan kalkan bazı hizmetçilerin kapının arkasındaki masanın üstüne koyduğu gazeteleri okuyordu.. Hâlet-i rûhiyyesi, aceleci; kendi de çoğu vakit sebepsiz yere değişiyordu. Kimi görüşlere göre bu, rûhî hastalığın işaretleriydi.
Hitler, genellikle doktorlara şüphe ile yaklaşır, onlara “şarlatan” derdi. Yalnız bir doktora - ihtisasça venerolog olan şahsi doktoru Theodor Morrell'e güvenirdi. Bazen o, uyku ilaçlarından ve kişilik kudretini artıran preparatlardan istifade ederdi.
O, insanlara güvenmiyordu ve her fırsatta onların sadakatsizliğinden şikayet ederek şöyle diyordu: “İnsanları daha yakından tanıdıkça, köpekleri daha çok sevmeye başlıyorum”.
Yunis Halilov.
|
||
|